İş hayatına başladığımda henüz üniversite öğrencisiyken aklıma türlü yatırımlar, girişimler gelirdi. Bunların her birini de babamla paylaşmaktan büyük mutluluk duyardım. Bazen benim heyecanıma büyük bir şevkle ortak olur bazen de benim o sırada fark edemediğim ayrıntılara dikkat çekerdi. Arada da benim aile şirketinden başka sularda yüzeceğimden endişe ettiğini hissederdim. Sanırım kendince önlemler almak istediğinden, aklıma gelen projeleri onunla paylaştığımda muhakkak bir yerinden asıl işimize SENUR A.Ş.’ye bağlamaya çalışırdı. İş dünyasının sadece üretime dair inceliklerini değil, öncesi ve sonrasıyla, planlama ve satış süreciyle ilgili püf noktaları da işte kimi zaman fikir ayrılıklarıyla, o zamanki tabirimle “didişmelerle” dolu mesai saatlerinde öğrendim ondan. Babam, hep farklı bakmayı, pes etmemeyi ve özgür olmayı savunmuştu. Şirketimizi geleceğe taşıyan başarı da hep bu temaları gözetmemizden geliyor zannımda.
Babam şirketin kurucusuydu, ben ve kardeşim ise ikinci nesil olarak iş başındayız. Onunla çalışmak benim kişisel hayat ve kariyer planım için belirleyiciydi. İkinci kuşak olarak ondan edindiğim paha biçilmez deneyimi, günün değişen koşullarını yakından takip ederek, gelişmeleri doğru değerlendirme gayretiyle üretimden hiç vazgeçmeden güçlendirmeye çalıştık. Çünkü aile şirketlerinin başarısı kuşaklar arasındaki bu güçlü bağla yakından alakalı. Ancak bu bağ tek başına yeterli değil elbette. Araştırmalar ülke ekonomimizin en güçlü temel taşı niteliğindeki aile şirketlerinin üçüncü nesilde çok büyük bir kayıp yaşadığını gösteriyor. Öyle ki dördüncü nesle ulaşan aile şirketi sayısı parmakla gösterilecek kadar az.
Peki, aile şirketlerinin güçlü bir şekilde geleceğe uzanabilmesinin sırrı ne? Bu konuda yapılan araştırmaları, uzman görüşlerini okuyunca anlıyorum ki kökler ne kadar güçlüyse dallar da geleceğe o kadar rahat uzanıyor. Ne demek istiyorum açıklamaya çalışayım. Babam, benim yaşımın kaç olduğuna hiç bakmadan yanında fabrikaya götürdü, üniversite öğrencisiyken onunla birlikte Çin’de, Japonya’da, Almanya’da fuarlara gidiyorduk, iş görüşmelerindeki alışkanlıklarını gözlemliyor, bir yandan da ihracatın henüz emekleme çağında olduğu bir dönemde mevzuatı, kanunları öğrenerek ilerlemeye çalışıyordum. Uzmanlar, şirketlerin gelecekteki liderinin mevcut liderle 30’lu yaşlardan itibaren birlikte çalışması gerektiğini söylüyor. Tabii öncesi de var. Genç neslin, 25 yaşından itibaren aile şirketinde görev alması, öncesindeyse mümkünse -soy adının fark yaratmayacağı- başka bir şirkette deneyim kazanması öneriliyor. Yapılacakları geriye doğru sıralamaya devam edersek iş dünyasına adım atmadan önce, güçlü, sağlam bir eğitim önemli.
Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesinden Dr. Yusuf Soner’in TAİDER dergisinde* yer alan makalesinde bu konuda şu önerilerde bulunuyordu:
“Yeni neslin yirmi beşli yaşlarda hedeflenen şirkette çalışma öncesinde iyi bir eğitim, yurtdışında farklı kültürlerde yaşamak, satış yapmak, erken sorumluluk almak, direk müşteri deneyimi gibi zorlanmalar gelecek açısından çok yararlı olacaktır. Eğitim süresi boyunca çalışarak ileride kullanılacak finansman, muhasebe, veri analizi gibi yetkinlikler kazanmak önemlidir. Her yeni nesil üyesi şirkette yönetici olmasa da her birinin ‘finansal okuryazar olan, sorumluluk sahibi hissedar’ olmaları gerekir. Bu yüzden üniversitede seçmeli derslerde muhasebe ve finans seçmek akıllıca olur. Üniversite yıllarından başlayarak, lider adaylarına bir mentorun desteği doğru seçimlerin yapılmasında yararlı olacaktır.”
Bugün, iş dünyasında şirketin üçüncü kuşağıyla dirsek temasında çalışan bir sanayici olarak şunu söylemek isterim ki bu deneyimin verdiği mutluluk bambaşka… Babamın benim sorularım karşısında neler hissettiğini, bulduğum çözümlerin onda yarattığı heyecanını daha iyi anlıyorum. Bir de gençlere fırsat verdiğimizde, güçlü köklerin uzandığı geleceği hayal etmenin mutluluğunu yaşıyorum.
*https://www.taider.org.tr/images/belgeler/taider-iste-aile-13-sayi.pdf








